reklam

Manşet

Yasin Şafak, Kırmızı Kutulu Winston

Yazar Unknown 10 Ağustos 2015 Pazartesi 0 yorum

Yasin Şafak, Kırmızı Kutulu Winston
Kırmızısını hayal ederek barış çubuğunun hangi daldan olacağına çektikleri kısa kibritle karar veren Kızılderililer, Winstonun kalaba bir aşka hizmet edeceğini nereden bilebilirlerdi.
Çınaraltı’na bir akşam buluşmasında yüreğim yine cız etti. Gökyüzünü dumanaltı sandığımda sigaramın dumanı çoktan gözüme girmişti. Müşkül rüzgar mesaisine geç kalmış memur telaşıyla, aldırış etmeden üşütüyordu insanları. Taburemde randevusuna sadık olmayan bir adamı bekliyordum.
Bir tabureye sığacak, bir çay ocağına sığınacak kadar yalnızdım. Ayakkabılarımın ezik oluşuna aldırmıyordum. İkisi de akşam serinliğinde salıverdi kendini belli ki bağcıklar canını sıkmıştı.
Bekliyordum. Hangi ayağımın diğerinin üzerinde daha güzel duracağını karar veremiyor olmamın tek nedeni can sıkıntımdı. Ayaklarımı zik zak makinesi gibi titretiyorsam bunun bir nedeni vardı.
Derken geldi, birkaç masa öteme oturdu. İçim bu kez yandı bitti, köz oldu.
Masasında kırmızı kutu Winston elleri üşümüş, uzuyordu nefesi üflediği dumanla. Taburesine eşlik ediyordu soğuk bir sonbahar akşamı. Karşısında seyre dalmış imkânsız hayaller kuruyordum. Masum bakışları kaçamak bir iz sürüyordu masamda, gözlerim gözlerine takılıyor; her şeyi unutup anlık bir aşka düşüyordum. Aklıma düştün tanrım, gel otur, dinle.
Tanrım, dallarına çaputlar bağlıyorum, çınar altının. Gözleri değiyor gözlerime utanıp kaçırıyorum. Ne de kusursuz eller yaratıyorsun, ince ve narin. Boş ve üşümüş ellerinde uyuşmayı istiyor ellerim.
Beni bir günde aşık ettin Tanrım, bugün de et, yarını unutma. Ben buradayım o da burada istersen sen fazla kalma. Bu kadar üşütme, rüzgârı da al kapıyı çek. Zaten bu seyir çok kısa sürecek.
Sigaramın sanki acelesi var çabuk çabuk yanıyor. Limanda bir vapur soluklanıyor. Yaya lambaları ne zaman baksam Winston kırmızısı yanıyor. Tanrım Bülent neden hiç susmuyor. Çınar altında çaylar yine kireç kokuyor. Çaycıdan, tek şekerli, nefret ediyorum. Derken dudakları bardağına değiyor, kıskançlıktan kuduruyorum.
Tanrım ellerinde kalmıştım orayı bir daha anlatmak istiyorum. İçimde ona karşı tarifsiz hisler besliyorum. Ellerine tanrım, parmakları ne de çok yakışıyor. Kırmızı kutu Winston da ona cömert davranıyor. Biri bitti şimdi diğerini yakıyor.
Biraz değişikliğe ne dersin? Burası Venedik olsun, Bülent de bir kenarda ark çalsın. Baş başa masamızda kadehlerde kırmızı ve beyaz kutu Winstonlar. Tanrım kalsın, Bülent ark çalmayı bilmiyor, üstelik geceyi de rezil ediyor. Çınaraltı’nda Venedik hiç de hayal edilmiyor.
Bülent hızını alamıyor yan masaya da laf yetiştirmeye başladı. Çok belli ediyormuşum bakarken, uyarmasa olmazdı. Güzel kadınları kıskançlıktan mı üşütürsün nasıl da taburesinde iki büklüm, sarınıyor kabanına… Biraz daha üşütsen büzülüp girse görüş alanıma. Çadır fırsat vermiyor. Ustaların yevmiyeyi hak etmeyecek kadar beceriksiz Tanrım, âşıkların halinden hiç anlamıyor.
Saçları masam kadar dağınık, aynaları hemen yeryüzünden kaldırmalı. Bakkallar bu saatlerde yalnız kırmızı kutu Winston satmalı. Unutmadan tanrım fiyatları da düşsün biraz… Şairler şiirlerini Winston paketlerine yazsın bu yaz.
Yasin Şafak
İZDİHAM

Devamını Oku...

Bülent Parlak '' Kürt Kızının Elleri ''

Yazar Unknown 6 Nisan 2015 Pazartesi 0 yorum

En çok kıyameti ertelerdim onu gördüğüm vakit. 
Onu gördüğüm vakit dünyada yer kalmazdı kimseye.
O küçücük şehre bir salgın gibi dağılırdı sessizliğimiz. 
Özer ve benim... Bir salgın gibi kendimize sığındığımız, sonra da abarttığımız misafirlikte huysuzluk yapan çocuk hallerimiz. 
Hala bitmeyen, hala sonlandıramadığımız, tahtadan yapılmış kılıçlarla eskiyen çocuk hallerimiz. 
En çok da gölgemizden kurtulmak için döndüğümüz köşeler aklımda benim.
Özer'i üniversiteden sonra biraz kilo almış, biraz saçları dökülmüş, artık gülerken aniden ciddileşirken görünce şaşırmıştım. 
Bizim Özer ile hikayemiz de en çok işte o pastanede başladı.
Belki de dünyanın en uzak pastanesiydi orası. 
İki yıl kalmama rağmen adını öğrenemediğim, yağmur çiseler gibi ortalıkta gezen kız ise dünyanın belki de bize en uzak kızıydı.
Pastaneye her gidişimizde olmadığını bilerek 
Türk kahvesi isterdim ondan. 
Kahveyi çok sevdiğim söylenemez aslında. 
Hatta hiç sevmem. 
Ben kahveyi en çok evde kalmış kızlara yakıştırırım. 
Ama dedim ya yağmur çiseler gibi ortalıkta salınan kız en çok kahve istediğimizde masamızın yanında dururdu.
Çay istediğimizde hemen getirir, getirdiği gibi de hemen giderdi. 
Bu pastane yolun karşısındaydı. Zaten o küçük şehirde iki pastane vardı. 
İkisi de yolun karşısındaydı.
Adı Helin miydi, Rojin mi, Hülya mı, Elizabeth mi bilmiyorum ama orada çalışmaya başladığından beri o pastane yolun hep karşısında kaldı. 
Tabelası bir reklamcının elinden çıkmış birkaç yerden biriydi orası. 
Doktorların karşısına çıkarken elpençe duran adamların ne için orada olduğunu anlamadığı, Özer ve benim ise beynimize tebelleş olan bir yer. 
Kaç masası, kaç sandalyesi, kaç kül tablası olduğunu saymak aklımıza da gelmedi. 
Çünkü ne zaman o pastaneye gitsek en kimsesiz, en sessiz, en patronsuz masaya otururduk.
Çünkü herşeyin bittiği yerde o çoğalıyordu.
Ne zaman oraya gitsek gazete okur gibi yapardık. 
Terler dökerek, heyecandan titreyerek ve biraz da utanarak geçtiğim bana upuzun gelen koridordan gelmesini beklerken.
Ben Özer'e farkettirmeden aklımdan birçok konuşma başlatıyor, hiçbirini ona yakıştıramayıp o masaya doğru yaklaşınca unutuyordum.

-Türk kahvesi var mı acaba?
_Yok ama patronuma söyleyeyim... Malzemesini alırsa yaparım.
_ Pek yapmasını bilmiyorum zaten. Ama öğrenirim.
_ Çok zor değil sanırım, biraz su, biraz kahve. 
Ama cezve de yok ki...

*********************************
Çay isteyince hemen getirip tezgahın arkasında dışarıyı seyreden kızın cevapları, kahve istediğimde uzuyor, bitmiyordu hemen.
Ben kahve istemesem Özer hemen kulağıma fısıldıyordu: " Türk kahvesi var mı?"
Gözleri o Kürt gözleri kahve kokardı.
Elleri, o Kürt elleri orta şekerli, bol köpüklü.
Başka masalarda oturan ve sabah akşam alacakları tekavvüt parasını yirmili yaşlarda hesaplamaya başlayan hepsi öğretmen ama hiçbiri tok olmayan arkadaşlarımız söze dalardı: Okulda kahve yapılmasını da biz öğretelim bari! 
Ne zayavan kalırdı o sözler bir bilselerdi.
Tekrar tekrar okuduğum gazete sayfaları bitip, tekrar tekrar içtiğimiz çaylar artık haddini aşınca o gelirdi boş bardakları masamızdan toplamak için. 
Hemen gidesimiz gelirdi.
Bu gidiş yeniden pastaneye gelmemize sebep olacağı için bana da, Özer'e de dayanılmaz çekici gelirdi. O küçük, o her yerden uzak şehirde boydan boya gezip saatlerin geçtiğini sanarak tekrar dönerdik pastaneye.
Aynı masa, aynı gazetenin aynı sayfaları. 
Yine gelirdi ama bu kez ben tipiye tutulurdum. 
Kızaran yüzümü heyecandan titreyen ellerimle kapatmaya çalışırken. O biraz daha masamızın yanında kalsın diye daha çok soru sorar, daha çok kahve ister, daha çok utanırdım. 
Gazeteye başımı gömerken yine Türk kahvesi isterdik. 
Ya Özer, ya ben.
Çıkarken tezgahın arkasından salınarak çıkar bizi yolcu ederdi. 
Patronun cezve alsın demeyi unuturdum hep o çıkışlarda. Günler geçtikçe cezveye de patronuna da düşman olmuştuk.
Türk kahvesinden çok orada duruşunu seviyordum. 
Olmayan kahvenin kokusunu, birkaç soru-cevap arasında bana, sana ve dünyaya sinmesini seviyordum.
Hiç içemedik o kahveyi. Ne karşılıklı, ne de senin elinden.
Ama sen Kürt kızı!
Türk kahvesi koktukça tüm farklılıklar orta şekerli, tüm pastaneler yolun karşısı.
Devamını Oku...

ŞAİRLER Mİ ERKEN ÖLÜR , YAZARLAR MI ?

Yazar Unknown 0 yorum
Dr. Yasemin Pehlivan yazdı: 


>ŞAİRLER Mİ ERKEN ÖLÜR , YAZARLAR MI ?
>
>Araştırmacılar şairler mi erken ölür, yazarlar mı konusunu da mercek
>altına almışlar.
>
>
>
>
>Kaliforniya Üniversitesi hocalarından Prof. James C. Kaufmann,
>geçtiğimiz 390 yıllık süre içinde yaşayan ve aralarında Türk yazar ve
>şairlerin de bulunduğu farklı milletlerden 2 bine yakın yazar ve
>şairin yaşam serüvenlerini incelemiş.
>
>
>Roman, oyun, roman dışı yazarlar ile şairlerin yaşamları üzerinde
>uzun süreli bir çalışmaya dayanan ve sonuçları İngiliz The Guardian
>gazetesinde yayınlanan araştırma, şairlerin diğer yazarlara oranla
>oldukça genç yaşta öldükleri gerçeğini ortaya koymuş.
>
Devamını Oku...

Kemal Sayar - Sonsuza Dek Sopphie

Yazar Unknown 2 Nisan 2015 Perşembe 0 yorum

Gözleriniz madam Gözlerinize bakıyorum da Sanki bir yangın yeri 
Yüzünüz talan edilmiş bir İmparatorluktan kalma gibi, 
Bir şair oturmuş o iki kaşın arasına, 
Tüten dumana ve akan kana bakmaksızın Aldırmaksızın...
Devamını Oku...

Mail Adresi

Yazar Unknown 0 yorum
Tüm edebi metinlerinizi kuruntudergisi@yandex.com mail adresime gönderebilirsiniz.
Devamını Oku...

PABLO NERUDA - ÇOĞUZ

Yazar Unknown 0 yorum

ÇOĞUZ 

Bir sürü insan içinde kimim ben, biz kimiz,
karar kılamıyorum birinde:
kaybolmuşlar giysilerimin altında,
başka şehre taşınmışlar.
Tam sırası gelmişken
akıllı olduğumu göstermenin
ağzımdan alıyor sözü
içimdeki gizli aptal.
Gün oluyor, uyukluyorum
seçkinler meclisinde,
tam cesaretimi toplarken
hiç tanımadığım bir korkak
sarıp sarmalıyor iskeletimi
bin tane ince önlemle.
Alevler sarmışken görkemli konağı
ben çağırıyorum itfaiyeci yerine,
kundakçının biri fırlıyor sahneye,
o benim. Bir şey gelmiyor elimden.
Nasıl seçip ayırsam kendimi?
Nasıl bir araya getirsem?

1. Kuruntular Kitabı’ndan.                      Pablo Neruda


Devamını Oku...

KURUNTULAR KİTABI - PABLO NERUDA

Yazar Unknown 0 yorum
PABLO NERUDA SÖYLEŞİSİ İLK SAYIDA

- Adınızı neden değiştirdiniz ? Neden Pablo Neruda adını seçtiniz ?

- Neruda soyadını Çek şair Jan Neruda’dan mı aldınız ?

- Şiirlerinizi hep elle mi yazıyorsunuz ?

 - Günde yaklaşık kaç saat çalışıyorsunuz ?

- Borges’le aranızda bir çatışma olduğu söyleniyor.

- Borges’in yazdıkları için ne düşünüyorsunuz ?

- García Lorca’nın ölümünden önce yazdığınız “Federico García Lorca’ya
     Övgü” adlı şiirinizde onun trajik sonunu bir bakıma önceden görmüştünüz.

- Yapıtlarınızın farklı evreleri var, değil mi ?



Devamını Oku...

TDK

Yazar Unknown 1 Nisan 2015 Çarşamba 0 yorum
tdk

1. isim Yanlış ve yersiz düşünce, evham
"Evlenmek kuruntusu ile satılmaya giden iki mahalle kızı sol tarafta." - A. Gündüz
2. Bir konuyla ilgili kötü ihtimalleri akla getirip tasalanma, işkil, evham, vesvese
"Sözü dinlenmeyen bir siyasi liderin kuruntusu seziliyordu." - Y. K. Karaosmanoğlu
3. Olmayacak bir şeyin olacağını sanma, vehim
"Bu davranış yersiz kuruntuların tam bir panzehridir." - H. Taner

Devamını Oku...

KURUNTU DERGİSİ

Yazar Unknown 0 yorum
Dünya sizsiniz...
Devamını Oku...